Tarih ve Hafıza Kaybı
Dr. Veysi KAYIRAN
Tarih, ne sadece geçmişte yaşananların tekerrüründen, ne de günümüzde cereyan eden hadiselerin kaydedilmesinden ibarettir. Tarih devamlı akan bir hayat nehridir; beslediği olayların sonuçları bakımından maziyle bugünü birleştirir, haldeki muhassalası açısından da atiyi şekillendirir. Kendine hür ve müstakil bir gelecek kurmak için tarih boyunca mücadele eden milletler, bu süreklilikte can bulurlar. Akışında savaşlar, âfetler, tuzaklar, ihanetler ve düşmanlıklar deveran eden tarihin sularında, belirledikleri devamlı ve müşterek hedefe doğru yolculuk ederler. Bu yolculukta, ortak gayenin zaman içinde devridaim etmesiyle güçlü bir millî hafıza teşekkül eder.
Tarihin akışı içinde, sömürgeci hedeflere yönelen milletlerin zamana saldığı tayflar manzumesinde de muayyen bir toplumsal hafızanın değişmeyen nakaratları okunur. Dün Çukurova’nın mümbit toprakları ve pamuğu, Cezayir’in zenginlik kaynakları karşısında Fransızların biçimlendirilmiş şuuraltını uyaran içgüdüsel iştiha, bugün Mali’ye müdahaleninkiyle aynıdır. Fransa Savunma Bakanlığı’nın, “Mali’de radikal terörist grupların komuta merkezine yönelik operasyonlar” tanımlamasıyla açıkladığı askerî müdahalenin görünürdeki hedefi, silahlı Müslüman gruplardır. Hakikatte ise maksatları, başta altın ve uranyum olmak üzere Mali’deki stratejik yer altı zenginliklerinin kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmasını sağlamaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin jet hızıyla gelen desteği ve Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu’nun Mali’nin toprak bütünlüğüne dair açıklamaları ise meselenin uluslararası çehresini emperyal makyajla süslemekten ibarettir.
Türkiye üzerindeki güncel senaryolar da uzun bir tarih sürecinin uzantısıdır. Yaklaşık 200 yıldır yaşadığımız coğrafyadaki olaylara ve karar vericilere müdahil olan global aktörlerin kültürel ve toplumsal belleğinde geçmişin derin izleri vardır. Haçlı Seferleri diye bilinen savaşlar ve mücadeleler zincirinin halkaları, Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri bu nazarla tahlil edilmelidir.
Türk milleti; Orta Asya coğrafyasında olgunlaştırdığı Kızılelma hedefine vasıl olmak gayesiyle tarihin bitmeyen yolculuğuna çıkmış, kimi zaman ilahî, kimi zaman da beşerî liman ve menzillere uğramıştır. Cihan hâkimiyeti ve âleme nizam verme ülküsünün tayin ettiği rotada; hep barış, adalet ve sükûnun bayrağını dalgalandırmıştır. 19. yüzyılın son çeyreğine ulaştığındaysa, kendini amansız bir varlık kavgasının içinde bulmuştur. Bundan sonrası, belki de tarihimizin en meşakkatli ve uzun yolculuğudur.
Bugün küresel orduların tehdidi altında hayat süren Türk milleti, tarihin akışına bent vurularak varlık ve egemenliğine son verilmek, kendi geçmişinden koparılmak istenmektedir. Kıyamete kadar yaşamak ve yaşatmak üzere milletimizin kurduğu son liman, Türkiye; emellerini birleştiren iç ve dış düşmanlarımızın saldırı ve tasallutu altındadır. Fakat Türk tarihinin devamlılığı, mazinin unutturulmasına ve halin yok edilmesine izin vermeyecek kadar baskın ve tayin edici bir amildir. Yeter ki sürekliliğe dayanan tarih bilinci yeni kuşakların dimağına ve belleğine nakşedilmiş olsun. Üstat Cemil Meriç, “Mazinin mefahirini yaşatmak, bir millete yapılacak en büyük hizmettir” demiştir.
Beyin loblarındaki hafıza hücrelerine istila ve talan kültürünün verileri yüklenmiş global orduların silahlı ve silahsız askerlerine karşı, neslimizi bugüne ve geleceğe hazırlamamız gerekiyor. Galiba bu konuda ciddi zaaf gösteriyoruz. İmralı görüşmeleri, akan kanın dindirilmesi, kardeş kavgasının sona ermesi gibi sembolik başlıklar altında sahneye konan bölünme senaryolarının millet vicdanında bütün çıplaklığıyla muhakeme edilemediğini üzülerek görüyoruz.
Selçuklu ve Osmanlı asırlarında dedelerimizin yazdığı şan ve şeref sayfalarının minnet ve iftiharla okunmasına vesile olmak; yokluğun, mihnetin ve ihanetin kol gezdiği Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşları yıllarında Türk insanının yaşadığı ibret sahnelerini anlatmak, böylece günümüzde olup bitenlerin idrak edilmesine yardımcı olmak, boynumuzun borcudur.
Yeni nesillere tarih şuuru aşılamak, kültürel hafızayı güçlendirmek, Türk milliyetçiliği fikriyatının güncellenmesi ve geniş kitlelerce benimsenmesi için de elzemdir efendim.