“ Amerika ve İngiltere Türkleri öldürene kadar sevecekler….Obama, Recep Tayyip Erdoğan’ın kibir ve hırsını kullanarak onu aldatıyor. Sonunda Türkler kaybedecek….”
Bu sözlerin sahibi Amerikalı tarihçi Dr. Griffin Tarpley’dir.
14 Ocak tarihli Vatan Gazetesindeki haberi Pres TV’den “ya sabır” diyerek izlerken adeta tarihte bir zaman yolculuğuna çıktım.
“Unutkanlık ile sakatlanmış hafızamızdan” dolayı milletçe geçmişimizden ders almadığımızı üzülerek gördüm.
Millet olarak milli varlığımızı ve birliğimizi hedef olan saldırıları her zaman büyük bedeller ödeyerek de olsa bertaraf ettik/ediyoruz.
Ediyoruz etmesine de rahata kavuştuğumuzda yaşananları ve milletçe ödediğimiz çok ağır bedelleri unutuyor/hatırlamıyoruz.
ABD’li tarihçiyi izlerken yaşadığımız son yüzyıl ve günümüz gözümün önünden film şeridi gibi geçti.
Geçmişimizi unuttuğumuzu, yaşadıklarımızdan ders çıkartamadığımızı, hatalarımızdan dolayı yapılan uyarıları ve uyaranları da dikkate almayarak aynı ya da benzer yanlışları tekrarladığımızı gördüm.
Bu sebepledir ki çok sık felaketlerle karşılaştığımızı ve bağımsızlığımızı kaybetme tehlikesi yaşadığımızı tespit ettim.
Tarihin yalnız biz Türkler için “Milli hafızamızın çok zayıf olması sebebiyle” sürekli tekrar ettiğini düşündüm.
Tarpley’i dinlerken/okurken,dünümüzü/bugünümüzü zihnimde canlandırıp “Acaba tarih tekrar mı ediyor?” endişesi ve ruh hali içinde bu yazıyı kaleme aldım.
DÜN NEYDİK, NE OLDUK
Tarihte çok sayıda devlet kuran Türkler, bunların en görkemlisini 14. yüzyılda Anadolu ve Balkan coğrafyasında, Batı Türklerinden Kayı Boyu/Beyi öncülüğünde “Devlet-i Aliyye’i Osmaniye” adıyla meydana getirmiştir.
Osmanlı Devleti adıyla andığımız bu görkemli yapı, 16. yüzyıldan itibaren tarihte kurulmuş diğer Türk devletlerinden farklı bir siyasi yapı görünümüne bürünmüştür.
“Türk Devlet Geleneğine göre “Devlet milletindir ve boylar birliği/federasyonu şeklinde teşkilatlanmıştır.
Türk Siyasi geleneğinde her Türk beyinin hakan olma hakkı vardır.
Gücünü rakiplerine kabul ettirmiş ve diğer beyleri otağına getirmeyi ya da toplamayı başarmış en güçlü bey “hakan” ilan edilirdi.
Kut alıp İl tutmuş hakan, İlini=devletini Türk Töresine göre yönetirdi.”
Oysa Osmanlı Devleti bu yapıdan farklı “Merkezi mutlak bir monarşi yönetimi” kurmuş, 16.yüzyıldan sonra da bu merkezi monarşiyi “teokratik monarşi” şekline dönüştürmüştür.
Osmanlı Devletinin sahibi millet değil, mutlak bir biçimde “Padişahtır” ve sahibi olduğu devletini/reayasını kayıtsız şartsız “kapıkulları” ile yönetmiştir.
Geleneksel Türk Devlet anlayışına göre “kurucu boyun egemenliğini tanıyan ve siyasi ortağı sayılan diğer Türk Boyları” bu yeni anlayış gereği “İskân siyaseti” ile dağıtılmış ve siyasi varlıklarına son verilmiştir.
Bu sebeple Osmanlı hanedanın yönetimindeki “Devlet-i Aliyye” her yönüyle diğer Türk devletlerinden farklı bir devlet ve siyasi veraset anlayışına sahip, “milli olmayan çeşitli halklar ve ümmetlerin“ devletidir.
Osmanlıyı diğer Türk Devletlerinden farklı kılan en önemli sebeplerden olan “Türk siyasi veraset anlayışındaki değişimi, Osmanlı İskân politikasını ve sonuçlarını” nasip olursa sonraki bir yazımda ayrıntıları ile yazacağım.
Burada anlatmak istediğim Türk Milletine/boylarına/beylerine dayanarak kurulan devletin, zamanla kurucu unsuru olan “Türk’e” sırt dönmesinin sonucu olarak yaşadığımız felakete dikkat çekmektir.
Osmanlı Devleti 16.yüzyıldan başlayarak “Kurucu Türk Unsurundan adım adım uzaklaşmış” ve en görkemli döneminde yaptığı bu büyük hata sonucu temelsiz kalarak yıkılışını hazırlamıştır.
1299-1600 Tarihleri arasında çağın en müreffeh, adil, güvenli devleti olduğu ve rakiplerine her bakımdan üstün geldiği/gelebildiği için “tebaa=tabi halk=uyruk” devlete bağlı olmuştur.
Ne var ki 17. yüzyıldan başlayarak yaklaşık 200 yıl boyunca Doğuda İran Safevi Türk Devletine, batıda Avrupa devletler ittifakına karşı Devlet-i Aliyye’nin yaptığı mücadelede elle tutulur kalıcı bir başarı gösterilememesi sonucu, devlet düzeni/otoritesi bozulmuş ve yıkılış sürecine girilmiştir.
Bu sebeple hükümdarların ve/veya vezirlerinin devleti içinde bulunduğu zordan/kaybetmekten kurtarmak, girdiği dağılma sürecinden uzaklaştırmak için deneme yanılma şeklinde bir takım nafile çabalar gösterdiklerini, bazı ithal reçeteleri uygulama gayreti içine girdiklerini görürüz.
19. Yüzyıla kadar Osmanlı toplumunda devletin kurtuluşu için çaba gösteren yönetim dışında sorunlara çözüm öneren herhangi bir “aydın hareketi” ya da “halk hareketi” görülmez/görülmemiştir.*
Mevcut yönetimin dışında az sayıda Türk okuryazarı/aydını ancak 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren, devlet hayatımızla ilgili görüş ve öneri sunmaya başlamışlardır.
19. yüzyıldan sonlarına doğru devletin dağılıp yıkılmasını önlemek maksadıyla önerilen “Adem-i Merkeziyetçilik/yerinden yönetim ya da bugünkü adıyla özerk yönetimler anlayışı” dışında “Osmanlıcılık– İslam Ümmetçiliği” gibi politikalar uygulanmış ancak dağılma süreci durdurulamamıştır.
Bu uygulamaların başarısızlıkları üzerine bir gurup Türk aydını kurtuluşun öze dönüşte olduğunu söylemiş ve “Türkçülük- Türk Milliyetçiliği siyasetini” yegâne kurtuluş reçetesi olarak ortaya koymuşlardır.
17. yüzyıldan itibaren başlayan sorunların sebebi ve çözümü yönündeki arayışların tamamındaki ortak düşünce “batının üstünlüğü ele geçirdiği ve çözümün de ancak batılılaşmak ile mümkün olduğu” şeklindedir.
Hastalığa konulan teşhis büyük ölçüde doğrudur ama uygulanan tedavi, tevdide kullanılan ilaçlar yanlış olduğu için bünye tarafından reddedilmiş ve sonuçta hasta ölmüştür.
BUGÜN NE DURUMDAYIZ, NE YAPIYORUZ?
Dün olduğu gibi bugün de batılılaşmak, Avrupa Birliğine girmek sorunlarımızın yegâne çözümü olarak sunulmaktadır.
Bugün de bizce neye/kime hizmet ettiği belli tasmalı koronun medya marifetiyle yabancıların sunduğu reçetelerle, verdikleri ilaçlarla iyileşeceğimizi telkin ettiklerini ve bizi hızla milli kimliğimizden uzaklaştırılma gayretleri içine girdiklerini görüyoruz.
Oysa doğru çözümün, hastalığımızı iyileştirecek olan doğru tedavinin “özümüze dönmek, milli benliğimizi koruyarak çağdaşlaşmak” olduğunu maalesef onca acı deneyime rağmen öğrenemedik.
Yakın/uzak geçmişimizde yaşadığımız yıkımların, esaretten/işgalden kurtulmak için kurtuluş savaşları vermemizin asıl nedeninin “milli kimliğimizden uzaklaşmamız, kendimize yabancılaşmamız” olduğunu ne yazık ki göremedik ve de göremiyoruz.
İşte bu yüzden “Tarih tekerrürden ibaret olmamalıdır” diyorum.
“Ey Türk istikbalinin evladı ancak ibret alırsan tarih tekrar etmeyecektir. Artık titreyip kendine dönme zamanın çoktan gelmiş de geçmektedir” diye de uyarıyorum.
Dün kaderimizi “Haremağaları/hasekiler/kapıkulları arasındaki ittifakın sonucu sultan/vezir/vali/kadı olanlar belirlemiş” sonuçta çıkar çevrelerinin elinde oyuncağa dönüşen görkemli devletin çöküşü kaçınılmaz hale gelmişti.
Bugün de durum farklı değildir ve adeta dün yaşadıklarımız tekrar etmektedir.
Cemaatler/tarikatlar, çok uluslu sermaye ortakları, ihalelerden pay alan yandaşlar ve bunların güdümündeki medya, küresel ittifakın istediği gibi geleceğimizi belirlemektedirler.
Bu şer ittifakı dün olduğu gibi bugün de “milli devletimizi” hızla dönüştürerek yıkıma götürmektedir.
Dün o yıkılış döneminde kurtuluş çabaları gösteren bir avuç Türk ve Türkçü olmuştu.
Bugün de yine Türk Milliyetçileri/Ülkücüleri canları pahasına milletin ve devletin bekası için mücadele etmektedir.
Dünün gaflet, dalalet, hatta ihanet içinde olan iktidar sahipleri Türkçülere;
“Başımızda bu kadar dert varken, gayrimüslimlerin yanında Müslüman Arapların da ayaklandığı şu zor günlerimizde bir de Türk meselesi çıkarmayın. Bu devleti Aliyye’ye ihanettir. Kurtuluş Halife Efendimiz etrafında birleşmektedir” diyorlardı.
Bugün ise tıpkı dünkülerin yaptıkları gibi yabancı reçetelere sarılmış olanlar Türk Milliyetçilerine “Başımızda bu kadar dert varken bir de Türk meselesi çıkarmayın, kurtuluş AKP ve Efendimiz (!) etrafında birleşmektedir” demektedirler.
Tıpkı dün yapıldığı gibi bugün de “Türk’üm” demek suç sayılmakta, Türk Milliyetçilerine/Ülkücülerine suçlu muamelesi yapılmaktadır.
Çok açık söylüyorum, “Türk çoğunluğun egemen olduğu milli sınırlarımız içindeki Türk Devletinde” mevcut yönetimin uygulamaları/söylemleri ve tasmalı medyanın Türklüğe karşı kindar tavrı sonucunda çok ağır bir “Türk Sorunu” yaratılmıştır.
Maalesef Türkiye Büyük Millet Meclisinde yer alan bir zat “Bunca zamandır siz Kürde Türk diyordunuz. Artık Türk’e Kürt denecektir”
Bir başkası ise TV ekranlarından anayasal suç işleyerek “Türk-Kürt Federasyonu kurulacaktır. Türkler de Kütler de kurucu unsur olacaktır” diyebilmektedir.
Ne hazindir ki bugün TBMM’si kürsüsünden açıkça anayasadaki vatandaşlık tanımından “Türk” adı çıkarılsın, ders kitaplarındaki “Türk Milleti” ifadeleri ya kaldırılsın ya da yanına “Kürt Milleti” ibaresi de eklensin diye teklif yapılabiliyor.
Vatanımın dağından/taşından, kitabından/yasasından kısaca her yerden ve her şeyden “Türk” adının silinmesi için hazırlıklar yapılıyor, şehit cenazesi kaldırılırken, teröristlere devlet eliyle cenaze mitingi(!) yaptırılıyor.
Dün ”Bebek katili ile görüşen, görüştü diyen şerefsizdir. Biz iktidar olsaydık İmralı canisini asardık.Bunlar kandan besleniyor” diyenler,
Bugün “görüştük, görüşüyoruz ve görüşeceğiz de.. Ne var ki bunda…. Şartlar oluşursa genel af da çıkarırız” diyebiliyor.
Aziz ve vakur milletim ile çilekeş/fedakâr kahraman Ülküdaşlarım da bu rezaleti dişlerini sıkıp, sabrını kontrol ederek izliyor/akıl sağlığını korumaya çalışıyor.
Küresel efendiler, gönüllü köleleri, bunların amaçlarına alet olan gafiller ve efendilerine hizmet eden yerli hainler ;
“Milli ve manevi değerlerini tarumar ederek Türk’ü yurdunda yok sayan/yok etmeye çalışan hey sen!” bu faaliyetlerinize Türk Milleti daha ne kadar dayanır sanıyorsunuz?
Hey sen/siz! Kendini her şeye muktedir sanan efendiler sizi uyarıyorum;
Gururu, haysiyeti ayaklar altına alınan “Türk” her an için “Artık yeter!” diyebilir/diyecektir.
Unutulmasın ki hiçbir kuvvet “Milli onurumuzu/değerlerimizi, milli kimliğimiz olan Türklüğü/Türklüğümüzü” ayaklar altına alamamıştır/alamayacaktır.
Bilmelisiniz ki Türk Milliyetçileri/Türk Ülkücüleri, dün olduğu gibi bugün de Türklüğü yok etmek için kurgulanan hain planların gerçekleşmesine izin vermeyecektir.
Buna inanmayanlar, bu tarihi gerçeği bilmeyen gafiller, isterseniz milli tarihimize bakınız bakalım sözlerimde herhangi bir yalan var mı?
Bakınız, araştırınız, sorunuz/soruşturunuz, dünya tarihi bu gerçeğin şahidimdir ve size bunun en doğru kanıtlarını da “yapana sadık kalınarak yazılan tarih” verecektir.
Binlerce yıldır Türk’e kefen biçmeye çalışanların oradaki akıbetine bakın; Türk’e cehennem yaşatmaya çalışanların cehennemin ortasındaki hallerini görün ve ibret alın.
Şahsi ikballerini emperyalistlerin emellerine bağlayanların, işbirlikçilerinin ve gafillerin korkunç sonlarını görmeyen/göremeyenler;
Eğer tarih tekrar ediyorsa/edecekse biliniz ki o tekrar eden tarihi olayların içinde görmek istemediğiniz şeylerde vardır.
Hain cetlerinin felaketini gördüğü/bildiği halde görmezden/bilmezden gelenler size sesleniyorum;
Yarattığınız Cehennemde geçmişte olduğu gibi yine sizler yanacaksınız!
Küresel efendiler ve onların uşakları, biliniz ki farkında olmadan yarattığınız “Türk Sorunu” kurmaya çalıştığınız Yeni Dünya Düzeni Projesinin de bundan çıkar umanların da sonunu getirecektir.
Biliniz ki yarattığınız ölüm meleğinizin sizlere getireceği felaket trenini, hiçbir kuvvet durduramayacaktır.
Ve yine biliniz ki hiçbir mühendislik çalışmanız, hepinizin sonunu getirecek “Türk problemini” çözemeyecektir.
Hey sen! Küresel efendilerin ile beraber buyur…. çözebiliyorsanız çözün bakalım yarattığınız “Yeni Küresel Dünya Sorununu”
Halen görmezden/duymazdan/bilmezden gelerek “hangi sorun?” diye soranlar için tekrar söylüyorum; açın gözünüzü/kulağımızı da dinleyin;
Yeni Küresel Dünya sorununun adı “Türk Sorununudur!”
Bu sorun, ayranı kabarmış, sabrı tükenmiş hem de kafasının tası atmış olan “Türk’üm! Bu ad her unvandan üstündür” diye haykıran “Türk’ün varlık sorununudur!”
Türk’üm! Türk olduğum için mutluyum ve fakat sorunluyum…
Sorunumun yegâne çözümü ise “Dünya Türk Devletler Birliğidir”
Tanrı Türk’ü korusun, yaşatsın ve yüceltsin!