YENİ NORMAL,
YENİ SORUMLULUKLAR
Yunus KIZIL
Dünya Covid-19 (yeni tip Coronavirüs) pandemisi ile savaş halinde. 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına alan virüs, bugüne kadar devam eden her sistemi doğrudan etkiledi. Sağlık sistemleri, ekonomi, eğitim, ulaşım, iletişim, uluslararası ilişkiler ve diplomasi gibi birçok alanda bilinen tüm normal uygulamalar artık dünün dünyasında kaldı. Ekonomistler 1929 yılında gerçekleşen Büyük Buhran’ı gölgede bırakan ekonomik etkilerden bahsediyorlar. Dünya Bankası, IMF başta olmak üzere birçok uluslararası ekonomi kuruluşu, ekonomik küçülmeleri hesap etmekle meşgul. Dün çok değerli olan birçok kavram artık değerini kaybetmiş durumda. Dünya gerçekten artık eskisi gibi olmayacak.
Küresel ölçekli her kriz beraberinde yeni ilişkileri, ölçüleri ve değerleri getirir. Çünkü kriz, mevcut sistemlerin işlemeyen yönlerini açığa çıkarması açısından bir turnusol kâğıdı gibidir. Büyük (!) batı medeniyeti kapitalizm ve sömürü ile elde ettiği sisteminin çöküşünü izliyor. Kendi konforunu tanrılaştırmış medeni insan, hastane koridorlarında hayatını kaybeden, marketleri yağmalayan, terkedilen huzurevlerinde bakımsızlıktan yaşamını yitiren, solunum cihazına bağlanmak için şanslı kişi olmayı bekleyen bir zavallıya dönüşmüş durumda. İnternetten takip edilen cenaze törenleri, morg haline getirilmiş şehrin en işlek caddeleri, balkonundan paralarını savuran insanlar, metro duraklarında bekleyen korkulu gözler yarınki dünyanın ve ilişkiler ağının resminin bir parçası haline geldi.
Batı Medeniyeti Öldü Mü?
Bu kadar büyük bir söz söylemenin doğru olmadığı kanaatindeyim. Dünya ekonomisinin önemli bir kısmına sahip olan ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri, hala dünyanın en iyi kara-deniz-hava araçlarını üretmeye, internet ve bilişim-yazılım sektörünü elinde tutmaya, üniversitelerinde bilim çalışmaları yapmaya ve Dünya genelindeki toplam para hacminin yarısından fazlasını kontrol etmeye devam ediyor. Ortadoğu ve Asya politikalarından, enerji koridorlarından, uzay çalışmaları hedeflerinden uzaklaşmış değiller. Hatta ABD, Çin’i bu salgının ortaya çıkması ve yayılması konusundan sorumlu tutarak, DSÖ üzerinden yeni söylemler geliştiriyor. Bugün, Batı medeniyetinin ölümünü tartışacak isek, bunu sosyolojik ve psikolojik açından ölen “medeni insan” kavramı üzerinden yapabiliriz. Kapitalizm ve onun doymak bilmeyen emperyalist hedefleri, içini boşalttığı ve yalnızlaştırdığı insan ile baş etmek zorunda. Bu bağlamda Batı merkezli sosyal patlamalar incelenirse, önemli sosyolojik çalışmaların ve yeni klinik-psikoloji kavramlarının üretilmesi kaçınılmaz görünüyor.
Zaman Kavramı Değişir Mi?
Zaman, insanoğlunun medeniyet yolculuğunda hep ilgi alanında olmuştur. Tarihin her devrinde zamanın belirli periyotlara göre tanımlanmasına çalışılmıştır. Güneşin doğuşu ve batışı, mevsimlerin oluşumu, birbirini takip eden her mevsimsel değişim başlı başına bir periyottur ve düzenli olarak birbirini takip eder. Toplumlar bu periyotlara göre tarım yapmışlar, göç etmişler hatta savaş kararları almışlardır. Bu uğurda takvimler ve zaman ölçüleri geliştirmişlerdir. Medeniyetinin zirvesine ulaşmış her toplum saat ve zaman birimleri üzerine teknik hesaplamalar yapmış, takvimler oluşturmuştur. Takvim meselesi zamana bir isim koyma meselesidir. Zaman kavramı, saat, konum hesapları bugün saniyenin yüzde biri oranında hassas matematiksel ölçümlerle tanımlanmaya çalışılmaktadır.
Tarihsel açıdan bakıldığında ise medeniyetlerin gelişimsel yolculuğu ile orantılı bir şekilde takvimler değişmiş, gelişmiştir. İnsanoğlu birçok takvim geliştirmiş, takvim yani zamanı tanımlama üzerinden medeniyetinin ulaştığı zirveyi dünyaya ilan etmek istemiştir.
İslamiyet öncesinde de zaman ve takvim üzerine kafa yoran Türklerin 12 hayvanlı takvim ile başlayan ve gelişen bir takvim yolculuğu bulunmaktadır. Çünkü Türkler medeniyet tarihinin önemli bir milletidir. Benzer bir yaklaşım ile İslam tarihi takvim ve zaman penceresinden incelendiğinde, Hz. Peygamberimizin hicretini başlangıç kabul eden ve ay takvimine göre şekillenmiş bir tanımlama ortaya çıkar. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ise, “zaman” üzerine bir çok ayet bulunmaktadır. Cenab-ı Allah yarattığı zaman ve zaman(lar)ın üstüne birçok ayet indirmiş, zamana ant edilmiş, kıymeti üzerine emirler verilmiştir.
Zaman belirlenmiş periyotların döngüsüdür. Bu döngü öyle bir döngüdür ki; geçen bir saniye asla geri gelmez. İsmi aynı olsa bile bugün, kendinden önce aynı ismi taşıyan geçmiş günlerden farklıdır. Dün dünde kalacak ve her gün yeni bir başlangıç olacaktır.
Modern dünyada ticaretin, uluslararası ilişkilerin; sanat, spor ve bilim çalışmalarının ülkeler arasında uyumla gerçekleşmesi için ortak kavramlar kullanılmaktadır. Mesela pazartesi iş gününün başlangıcıdır. Pazar ise hafta sonu olarak tanımlanır. Çünkü devletler uluslararası bir ticari-ekonomik ilişkiler- ortaklıklar ağı içindedir. Başka bir açıdan biz Müslümanlar için Cuma günü müminlerin bir araya geldiği bir diğer referans noktasıdır ve bizim için kutsal bir gündür.
Zaman üzerine bu kadar uzun cümleler kurmamın asıl nedeni covid-19 günlerinde zamanı tartışmak isteğimdendir. Bu pandemiden dolayı iş ve modern şehir hayatı neredeyse durma noktasına gelmiştir. Normal hayatımızda yaptığımız iş ve eylemler yapılmayınca referans noktaları önemini yitirmiş, günlerin ve saatlerin anlamı tartışılır olmuştur. Mesela iki aydır işe gitmeyen bir insan için pazartesinin salıdan farkı kalmamış, iş ve vardiya saati açısından sabah 08:30 ile gece yarısı 23:50 birbirinin aynısı olmuştur. İnsanlar işe gittiği saatlerde uyumaya, işten döndüğü saatlerde güne başlamaya başlamıştır. Çünkü günler üzerinden belirlediğimiz periyotlar, kısa süreliğine de olsa manasını yitirmiştir. Evden çıkmayan bir insan için, her gün aynıdır. Bir görelilik kavramı tartışması açmak istemem ama, annesine, babasına ve ailesine zaman ayıramayan, dakikalar ile yarışan modern “yoğun” insan haftalardır hiçte alışık olmadığı kadar zamanın aslında hep aynı hızda akmadığını göreli olarak kavramıştır. İnsan adeta zaman içinde eriyip kaybolmuştur.
Yeni Normal ve Ülkücüler
Yeni normal kavramı, daha önce hiç alışık olamadığımız toplumsal kuralların hayatımızın her alanında artık sıradan bir kural olacağını ifade ediyor. İş, eğitim, sanat, spor, bilim ve siyaset hayatı yeni normallerine göre organizasyon şemasını geliştiriyor. En kısa sürede kurtulmayı ümit ettiğimiz bu salgın uzaktan ve çevrim içi bir hayatı beraberinde getirdi. Sarılmak bizim için bir güven duygusu iken, en az bir buçuk metre uzak kalmak güvenli sosyal mesafemiz oldu. Toplantı kültürümüz, bilişsel becerilerimiz ve algılarımız değişti. Belki de; milenyum adı ile başlayan iki binli yılların, iki bin yirmi yılındaki bu pandemiye ulaşması ile bir “çağ dönüşümünü” yaşıyoruz, kim bilir? Yirmi yıl süren sancılı ve savaşların gölgesinde geçen kanlı yıllar “uzak çağın” başlangıcı olmuş görünüyor.
Ülkücü hareket, en büyük gücü yetişmiş insan gücü olan, dinamik teşkilat yapısı ile idealleri ve fikirleri toplumun her kesiminde karşılık gören muazzam bir hareket. Adeta kökleri Türk milletinin cevheri aslisinden beslenen ulu bir çınar. Dünyanın en büyük gençlik teşkilatına sahip bir hareket.
Yetişmiş insan gücü temelini, üniversite ve ortaöğretim gençlerinin iman ve ahlak ekseninde Türklük şuuru ile yetiştirmek üzerine inşa eden ülkücü hareket “Yeni Normal” üzerine kafa yormalıdır. Yeni normal ülkücü hareket üzerine yeni sorumluluklar getirmiştir. Kimi sosyal organizasyonlar, düşünce toplulukları, eğitim olanakları çevrim içi bir dünyada konumlanmıştır. Gençler arasında sosyal medya kullanımının giderek artmıştır. Ülkücü hareket sosyal medya hesapları üzerinden koordineli bir şekilde bir araya geldiğinde gündem oluşturan bir ağa sahiptir. Yine bu hesaplar ile her ülkücü birbirini takip eder hale gelmiş, çok yönlü bir iletişim sağlanmıştır. Proaktif iletişim “Multi Aktif” bir hale dönmüştür. Başarılı bir “öğrenen organizasyon modeli” olarak karşımızda duran ülkücü hareket, yeni normal çevrim içi organizasyon modellerini geliştirmelidir. Dinamik yapısı ile, değişen sosyal şartların sivil toplum beklentilerine en başarılı cevabı verecek yapıya sahiptir. Çünkü ülkücü hareket toplum içinde yaşayan, toplumu hisseden ve kendinin hissettiren bir harekettir.
Bu süreçte çevrim içi okuma, e-dergi, e-bülten, e-kitap çalışmaları belki de zorunluluktan dolayı hiç olmadığı kadar arttı. Her yer toplantı, eğitim ve iş yeri oldu. İşte ben de tam olarak bu durumun yeni bir alan olduğunu düşünüyorum. Kast ettiğim, zaten olan bu yayınların okunması tavsiyesi değil. Çevrim içi (on-line) olan bu dinamik dünyaya fikirlerimizi ve ideallerimizi taşımanın tartışılması. Oraya atalım, isteyen okusun öğrensin yaklaşımı da değil. Çevrim içi dünyada, bile isteye, bir öğrenme modeli olma ve gençlerden teveccüh görme anlayışı. Çünkü yarının gençleri belki de evden daha az çıkacak. Modern sivil toplum anlayışının, hedef kitlesine giden ve dikkatini çeken anlayış olduğunu düşünüldüğünde, artık evden daha az çıkan gençlerin evine gitmek “çevrim içi” sokağını güvenli olarak kullanmak durumundayız.
Bu bağlamda; dikkat ve algı süreleri hesabı ile dijital medya gücümüzün arttırılması, çevrim içi tartışma organizasyonlarının oluşturulması, kimi sanatsal ve bilimsel çalışmaların ”sanal gerçeklik” üzerinden sürdürülmesi, dijital okur yazarlık, medya eğitimlerinin ve medya etik değerlerinin eğitim programlarımıza alınması, yazar ve kitap yorumları üzerindeki tartışmaların dijital dünyaya taşınması ve hissettirilmesi gibi konular yeni tartışma alanlarımız olmalıdır. Elbette büyük ve şerefli bir mazinin, tarihi sorumluluklarını omuzlarında hisseden, değişen mücadele alanlarına göre kabiliyetlerini geliştirmiş, tarihin yüklediği yeni sorumlulukları yeni problem alanları olarak belirlemiş bir anlayışla.
Sonuç Demek Gerekirse
Uzak Çağın yeni sorumlulukları yeni normal olarak hayatımıza girmiş durumda. Bizler, yani Türk Milliyetçileri, milletimizi yarınlara taşıma ülküsünü yeni normaller karşısında köklerinden kopmadan yorumlamak ve eğitim-kültür hayatımızı zenginleştirmek durumundayız. Bunu sağlayacak güç ve kabiliyetteyiz. Bugün, salgın nedeni ile zorunlu olarak sürdürdüğümüz uzaktan hayatın, çokta uzak olmayan bir gelecekte “yeni normal” olacağını unutmamalı ve hazırlanmalıyız.
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir. Bu sorumluluğun artık yeni bir gerekçesi vardır.